14.3.13
Sinema nedir?
Emeklilik...
Nefret ettiğim kelimelerden biridir. Dünyaya sadece yapmakta olduğu 'iş'i yapmak için gelmiş ve işi bittiğinde emeklilik denen bir ayrışmaya tabi olmuş, sonrasında ise 'hayatını yaşamış' kişilerin memur algısını bana hatırlatan bu kavramdan kurtulabilmenin bir yolu; hatta belki de tek yoludur sanat.
Ve elbette sinema.
Nedir ki bu sinema; bütün bir hayatı anlamlandırabiliyor? Hayat meşgalesine düşmüş olan bireyin kendini unutmasının kanıtı olan 'emeklilik' olgusunu öldürebilecek nasıl bir mahiyet vardır sinemada?
Sinema bir varoluş sorgulamasıdır. Neden dünyaya geldiğimizi, var iken nasıl kendimizi var edeceğimizi aramamızı sağlayan; başlı başına bir araç ama son kertede hakikate giden yolu arşınlatan bir istikamet belki de.
Sinemaya bu şekilde metafizik ve felsefi pencereden baktığınız takdirde size meseleyi en iyi ifade edebilecek eserleri Andrey Tarkovsky vermiştir. Rusların sadece sinemaya değil sanata en mühim hediyelerinden biri olan Tarkovsky, "İnsan varolduğu sürece yaratma eğilimi de var olacaktır" diyor. 'Yaratma' kavramı konusunda hassasiyetinize hitap edercesine tefsirinin devamını getiren Tarkovsky, "İnsan kendini insan olarak hissettiği sürece bir şeyler yaratmaya girişecektir. İşte onu Yaratıcı'sına bağlayan şey burada" sözleriyle, Yaratıcı'nın yeryüzündeki halifesinin kerametine dikkat çekiyor. Tarkovsky sinemasında 'sanatın bir yakarış olduğu' tezini hissedersiniz. Zira 'insan sanat aracılığı ile umudunu dile getirir'.
Tarkovsky'ye göre, "Bu umudu dile getirmeyen, manevi temeli olmayan hiçbir şeyin sanatla ilgisi yoktur, bunlar ancak parlak birer entellektüel analiz olabilirler. Sanat bir yakarma, bir dua biçimidir ve insan yalnızca duasıyla yaşar."
Doğayı taklit eden resim sanatının sonrasında ânı donduran/kaydeden veya bir kareye hapseden fotoğrafın doğuşunu sinema takip eder. Mevzubahis sanatları taklitçi olmaktan çıkarır, sinema. Zamanın herhangi bir noktasını hapsetmek değil, izleyiciyi zamanın içine alarak bir sanat eserini toplumsallaştırır, sinema.
Gelmiş geçmiş en önemli sinema kuramcılarından olan Fransız Andre Bazin "Sinema, gerçeğin sanatı olarak bütünlük taşır" der. Modern seküler algının 'gerçek' diye somutlaştırmaya çalıştığı şey, aslında hiçbir zaman metafizik düzleminden çıkarılamayacak olan ve insanın, bu soyut alana dahli ile anlaşılabilecek olan 'hakikat' kavramından başkası değil aslında. Bir farkla ki; çağdaş arayış, bireyin, kendisini tanrılaştırmasına malzeme kovalar. Kadim algı ise; Yaratıcı'nın, kendi ruhundan üflediği yetilerle hissedilmesinin anahtarının arayışıdır.
Türkiye sinemasının son dönemdeki en önemli isimlerinden olan ve bence Türkiye sinema tarihinin en kalıcı ismi olmaya aday olan Semih Kaplanoğlu da 'manevi gerçekçilik' kuramından bahsederken bu noktalara dikkat çeker. "Bu dünyada bir 'var olma' meselesi var" diyen Kaplanoğlu, psikoloji, felsefe gibi 'bir sürü şey'in bununla ilgili olduğunu söyledikten sonra bir de "yâr olma" meselesinden bahseder. "Sevgili olmak... Tanrı'yla sevgili olmak... İşte yâr olduğu zaman insan belki de tam bir varoluş yaşayabilir" diyen Kaplanoğlu, kendi filmlerine yönelik eleştirilere de cevap niteliğinde olan şu sözleri sarf ediyor:
"Onu yapabilmek ve o ânı genişletebilmek. Filmi seyretmeye başladığınız andan itibaren onun içine girebilmek ve o ânın içinde kalmak. Bütün derdim o. Ama bunu da çok fazla müzik kullanmadan, diyalog kullanmadan yapmak. Bir hâl yaratmak. Gerçeğin içindeki maneviyat, maneviyatın içindeki gerçek..."
İtalyan sinemasıınn en ünlü ismi olan Federico Fellini de, 'sinema, hayatı anlatmanın kutsal bir biçimidir' der.
İran Yeni Dalga sinemasının öncülerinden Abbas Kiyarüstemi ise hayal olgusundan kapıyı aralar ve hayalin, insana bahşedilmiş en farklı ve olağanüstü hediye olduğunu söyler. "Hayaller sayesinde, ardınızda iz bırakmadan aşılmaz duvarların ötesine geçebilir ve geri dönersiniz. Asıl soru şu: Bir kere çıktığınızda neden geri dönesiniz ki?"
Sorular...
Kiyarüstemi'nin de altını çizdiği gibi sanat, sorularla başlayan bir yol; cevap aranan bir istikamet ve belki de kesinlikle cevabını sanatçının kendisinin bulamayacağı, bir birikimin sonucu olarak tarih ile bitecek olan belirtişte nokta nazarında kalacak uğraşın bireysel çabası, toplumsal etkisinin adıdır.
İnançları, kültürleri ve elbette yaşayışları farklı olan bu saydığım yönetmenlerin birleştikleri tek nokta sinemanın mahiyetidir.
Sorular, sorun etmek için değil, cevap aramak içindir.
Tüketmeye alışmış zamane insanının algısına sığdıramayacağı bir fedakarlık örneği olarak sinema; sonucunu somutluğun ötesine bırakan bir arayışın adıdır.
(5.9.10 - Milli Gazete)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder