15.8.13

Özden örerek Mısır'a bakmak ile Özdenören bakışı!


Zamanın ruhu, îzânın şüyû manasına geliyor...

Olayları okumak, zamanı okuyabilmekle mümkün. Aynı şekilde zamanı okuyabilmenin yolu da olayları okumaktan geçer. Hepsinin ötesinde ve öncesindeyse okuma yapabilmenin başlıca şartı 'insanı okuyabilmek'tir...

Zamanın ruhu oluşturan insanın, insanı oluşturan zamanın ruhu ile bir yolun iki ucu olmasının dışında sırt sırta vermiş tek istikamet olması da ironik bir manzara...


Yani düşünmek, söylemek, yazmak, ancak doğru okuma ile olabilir.

Bana bütün bunları yazdırtan ve tabi ki öncesinde düşündürten, Rasim Özdenören'in Yeni Şafak'taki köşesinde kaleme aldığı yazısı oldu.

"Mısır'ın selameti her şeyin önündedir" başlığıyla kaleme aldığı yazısında Özdenören, İhvan'ı "inatlaşmak" ile itham ediyor.


"Politika (diplomasi) kuru bir inatlaşmadan mı ibarettir, yoksa probleme çözüm arayışını kolaylaştıracak zemin oluşturma gayreti midir?" diyen Özdenören, muhatabın laftan anlayan, müzakereci, hakka/hukuka riayet edecek biri olduğu şarttan bahsetmiyor elbet. Öylesine saçma bir okuma yapmaz herhalde.

Peki ne demek istedi? Cevabı kendi veriyor:

"Acaba Mursi yanlıları cuntanın kan dökmeye istekli görünen bu tutumuna çanak mı tutmalı? Yoksa bir biçimde uzlaşma zemininde konuyu görüşerek çözümleme çabasına mı girişmelidir?"

Soru gayet net ve yorumun da kralını yapıyor.

Bununla da yetinmiyor Rasim Ağabey. Yakın zamana kadar bize illallah dedirten 'kamusal alan' tabirinden dem vuruyor.

"Hatırlayalım ki, burası kamu alanıdır. Şimdi o alanda haricen kaynak yapmış olsa da cuntacılar da yer almış bulunmaktadır. Ortadaki gerçeklik budur. Bu gerçekliğe sırt çevirerek mesafe alınabilecekse buna kimsenin bir diyeceği olmaz. Ama geçen zaman, böylesi bir inatlaşmadan ancak Mısır halkının zarar göreceğini ortaya koyuyor."

'Mısır halkının selameti, bölgenin huzuru' diyen Özdenören, sıradan bir manzara okuması yaparcasına "İhvan, darbeyle düşürülmesini içine sindirmek istemeyebilir. Fakat acaba kendi insanının öldürülmesi daha mı hazmedilebilir sayılmalı?" sorusunu dillendirmekten berî durmuyor.

Rasim Özdenören, yazısını şöyle tamamlıyor:

"Ülkenin ve ahalinin selametini düşünmek de bir ilke sorunudur. İnatlaşarak daha fazla kan dökülmesi mi, yoksa kendi iktidarımızdan bir nebze fedakârlıkta bulunarak halkımızın ve bölgenin selameti mi, sorularının cevabını ararken alternatif maliyet sanırım yol gösterici olur. Hangisinin maliyeti daha kabul edilebilir görünüyor?"

Şimdi yazara göre direnmenin ve hatta çatışmanın sınırı nedir tam anlayamadım.

'Selamet', sadece sağlıklı olmak, hayatta kalmak ve sorunsuz bir şekilde sosyal devamlılık mıdır?

Bazen 'selamet'; aç-susuz kalıp vazgeçmemek, kanı akmasına rağmen akıtmamak, ne olursa olsun hakkı haykırmak değil midir?

Hatta ve hatta birçok defa 'selamet' direnmenin, direnmenin ve gerekirse savaşmanın gereği değil midir?

Elbette Mısır'da şu şartlarda silaha sarılınsın ve savaşılsın demiyorum. İhvan'ın "ölsek de öldürmeyeceğiz" düsturu şu şartlarda gayet yerinde.

Lakin şartların değişmesi halinde 'gerektiğinde' (ki, bu gereklilik mesele çok daha ayrı bir mevzu, uzun, başka yazıda bakarız) silaha da sarılınabilir.

İhvan'ın direnişinin ümmetin gönlündeki 'diriliş' ateşine nasıl bir katkı yaptığını görmeyeceksek, 'selamet' bizim için sadece 'uzlaşmak' olabilir...

İslam coğrafyaları kan ağlarken, Arap Baharı'nın kazanımları tehdit altındayken, İslami uyanışın formel halini bu tarz 'direniş'te gözleyebilirken ve ümmet de bu sayede diri kalırken, bunları dikkate almayacaksak, 'selamet' bizim için sadece 'uzlaşmak' olabilir...

"Cuntanın kan dökmeye istekli tutumuna çanak tutmak" kadar aşağılayıcı bir ifade olabilir mi?

Evet, İhvan da hata yapabilir.

Evet, şu an yaptığını da eleştirebilirsiniz.

Lakin bunu yaparken "çanak tutmak" gibi hakir görücü bir ifadeyi kullanmamak da daha doğru bir tercih olamaz mıydı?

"Ülkenin selameti" dediğimizde Mısır'daki meseleyi ne kadar küçülttüğümüzün farkına varmamız gerekmez mi? Ümmetin gözü Mısır'da. Onlar için ağlayıp seviniyoruz. Hal böyleyken 'ülke' ve 'bölge' gibi bir daraltıcı yaklaşım yakışır mı?

Evet, Irak ve Suriye'de kan akıyor. Fakat Irak ile Suriye'deki durum bir değil. Mısır da öyle.

"Bölgenin selameti" tarzı bir yaklaşım, sadece ve sadece hakikat için tercihte bulunan ve âti için yapması gerekenden gözünü sakınmayan aslanların direnişine nasıl bir zarar verir, farkında mıyız?

"Çözüm arayışı" denen meselenin post-modern yalandan başka bir şey olmadığını anlamamız için daha ne kadar sınavdan geçmeliyiz?

Hele hele "kendi iktidarımızdan bir nebze fedakârlıkta bulunmak" gibi bir ifadenin Mısır halkının direnişine yapılabilecek en ciddi hakaret olduğunu görmemiz gerekmez mi?

Biz 'hal iktidarı'ndan bahsediyoruz, siz 'kurumsal iktidar'a daraltıyorsunuz.

Bugün Mursi ve Müslüman Kardeşler özelinde yaşanan hak gasbına karşı mücadeleyi "kendi iktidarımız" ifadesine indirgemek, kerli ferli adamlara yakışır mı?

Sorular çoğaltılabilir...

Varın siz çoğaltın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder