Sanat bir anlatım tekniğidir. Araçtır yani...
Kadim bir arayışın farklı kalplere ve zihinleregöre
işlenişi, farklılıklarla büyüyen bir birikimin süslenişidir, sanat.
Sanatı diğer anlatım tekniklerinden ayıran şey, soyut
yanıdır.
Göreceli olmasıdır.
Anlatım tekniği kadar anlaşılanların da değişiklik arz
edebilmesidir, sanatı farklı kılan.
Yani her sanatkarın eseri ortaya koyarken tercih ettiği
yöntem ve ortaya çıkan şey değişik olabilir. Hatta olmalıdır.
Aynı şekilde o sanat eserinden bir şeyler çıkartacak,
yorumda bulunacak olan her muhatap da farklı yorumlar çıkarabilir. Ve hatta her
yorumun farklılığı olması gerekir.
Neden?
Çünkü sanat hissîdir, kalbîdir, sezgiseldir. Dolayısıyla her
kalbin, zihnin ve algının çıkarımı farklı olur.
Sanatı sanat yapan bu unsur, hayatın daha renkli ve daha
anlaşılır olması için de elzemdir. Eser üretiminde ve değerlendirmesindeki
farklılıkları 'başka şekilde anlamak' değil, nihai maksada ve yoruma ulaşmadaki
yolu farklı farklı adımlamaktır. Oysa varılacak yer aynı, yol aynı, araç aynı,
sadece tercihler ve yorumlar farklı.
İşte sanatın bu soyut ve göreceli tarafı, sanat
çevrelerindeki genel kabullerin değişmemesinin ve nihayetinde statükonun
da müsebbibi olabilir.
Muhtemeldir. Lakin olmayabilir de...
Bedri Baykam'ın 'boş çerçeve'sine yukarıda arz ettiğim
bağlamda bakabilmeyi çok isterdim. Lakin öyle değil.
Üzerine de teorik ve kuramsal laflar edecek değilim.
Benim asıl derdim sanat.
Bu sebepten, malum olayla ilgili odaklandığım nokta Murat
Ülker.
'Ne alaka' diyebilirsiniz. Ancak doğru okudunuz; derdim
sanat olduğu için Murat Ülker ile ilgileniyorum.
'Boş Çerçeve'ye tek seferde 125 bin dolar (225 TL civarı)
ödemek, bütün dünyada bu iş nasıl ve neden oluyorsa, onu yapmaya çalışmanın çok
açık bir delili.
Yani Murat Ülker, hatırı sayılır zenginler arasında
hatırının sayılmasının yolunun 'sanat koleksiyonu' sahibi olmaktan geçtiğini
çözmüş.
Zaten kendisi daha önce de Burhan Doğançay'ın 'Mavi Senfoni'
tablosuna 2.2 milyon TL verip satın almıştı.
Zenginlerin, sanat eserlerine 'çok para' verip satın alması,
sanatın ve elbette sanatkarın yaşaması bakımından mühim.
Mevzubahis ressam Bedri Baykam, satın alan da Murat Ülker
olmasa, olay bu kadar ses getirmezdi. Zira Baykam, en ateşli Kemalistlerden
biri iken Murat Ülker ise 'mütedeyyin' kimliği ile tanınan bir aile çevresine
mensup.
Kimin kendini nasıl tanımladığı meselesi ayrı. Ancak bilinen
ve algılanan durum bu.
Hal böyle olunca, dindarların sanattan anlamadığı, tek
yaptıkları şeyin dogmaları doğrultusunda hayatı kendilerine zindan etmeleri
olduğu tarzında teorileriyle tanınan bir 'çağdaş resim sanatçısı'nın eserini;
bütün engellemelere rağmen iş alanında varlığını devam ettirmiş, bununla da
kalmamış -beklenmeyen oranda- büyümüş, hayat tarzını da -yine beklenmeyen şekilde-
'onlar'a 'uydurmuş', sonunda da 'parayı bastırıp' çok bilmiş sanatkarın eserine
'sahip olmuş'.
Bu hal ile kim, hangi mücadeleyi kazanır; kim boşuna kürek
çeker; kim boş işlerle uğraşır,
tartışılır.
Oraya çok da takılmayalım.
Esas sorgulamak istediğim nokta, spor ve sanat alanında
çokça yatırım ve sponsorluk aktifi olan Ülker Grubu'nun, neden sinemaya yatırım
yapmadığıdır.
Çocuk sinema şenliği vs. bazı etkinlikler yapıldı, ancak
kastettiğim bu değil.
Yazıda adı geçen iki tabloya verilen meblağ ile en az iki
adet sağlam film yapılabilirdi. Üstelik bütün masraflar dahil.
'Ne yani, sinemaya yatırım yapmazsa sanata destek vermiş
olmaz mı' diye bir soru aklınıza gelebilir. Haklısınız da.
Burada başka bir örnek vermek isterim.
Yine spor ve sanat camiasının birçok alanına desteği ile
tanıdığımız Eczacıbaşı, en başından beri sinemaya ayrı bir ilgi gösteriyor.
İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) bünyesinde yapılan sinema faaliyetleri,
neredeyse bütün ülke sinemasının dinamosu görevini ifa ediyor.
Eğer, sermaye sahiplerinin sanat alanına ilgisi 'örnek
alınacak' ise Eczacıbaşı'nın bu yanı dikkat çeker.
Geniş sanat galerilerinde kalabalık koleksiyon sahibi
olmaktan daha mühimi, sanat eserinin ortaya çıkacağı membaı beslemektir.
Misal; Ülker Grubu geniş çaplı bir sinema okulunu neden
kurmaz?
Neden geniş ve ferah mekanlarda gençlerin eğitim almasını
sağlayacak bir okul sonrası, geniş imkanlarla film yapımı sağlanmaz?
Kısa film yarışmaları, atölye çalışmaları ve sinema
gönüllülerinin imkan bulacağı uygulamalara neden gidilmez?
Hadi Bedri Baykam'ın boş çerçevesine verilen 225 bin TL'yi
geçiyorum. O da sanattır diyelim.
Peki spor müsabakalarına harcanan milyonlarca doların kaçta
kaçı sanata, sinemaya aktarıldı bugüne kadar?
Sadece bir basketbol kulübüne isim sponsoru olmanın bedeli
birkaç milyon dolar. Gelir-gider dengesine baktığınızda, spor takımlarına
sponsor olmak elbette bir sinema filmine sponsor olmaktan daha karlı bir iş.
Maliyet hesabına bakılırsa durum bu.
Peki sermaye sahiplerinin gelir-gider dengesini gözeterek
yaptığı katkıya ne kadar 'destek' diyebiliriz?
Sponsorluklar yüzde yüz vergiden düşerken, spor alanındaki
katkıları nasıl 'sosyal sorumluluk' çerçevesinde değerlendirebiliriz?
Bunlar basbayağı ticari yatırım.
Acaba sanat alanına bu sebepten mi bu denli az ilgi
gösteriliyor?
Gelir-gider hesabı kısa yoldan artıyı bulmadığı için mi
sanat/sinema alanına yatırımlar az kalıyor?
Soruların cevabı belli...
Ve aslına bakacak olursanız, zaten 'sermaye sahibi'
dediğimiz modern zaman kavramı, para sahiplerinin paralarına ebediyen sahip
olabilmeleri için oluşturulan kavramsal kılavuz havuzun parçasından başka bir
şey değil. Çünkü liberal sistemde sermaye, bütün bir para akışı gibi sanal.
Elde olmayan bir miktar para, ele gelmeden başka yerlere akar;
-ki, bu zaten kredidir- vadesi vardır, kazandıktan sonra ödemenizi sağlar;
kazanç da halk sayesinde, halk iledir. Ancak her nedense kazanç halk ile
olurken, yani harcayan sayesinde para kazanılırken, kazanılanı harcama
noktasına gelince birdenbire 'tek el' mantığı devreye girer ve 'karşılığında
halka hizmet/ürün verdim' gibi kolaycı bakış açısıyla savunmaya geçilir.
Özetle o para kimsenin tekeli değildir. Harcanırken de
'halk' düşünülerek harcanmalıdır.
Meseleyi daha fazla uzatmama adına özetle ifade etmem
gerekirse...
'Sermaye sahibi' denen zümrenin elindeki parada hepimizin
hakkı var.
Parayı, para olarak vermek gibi kolaycı ve faydacı değil,
kaynağı halka ulaştırmanın bir yöntemi olan sanatı desteklemek gibi net bir
seçeneği dillendiriyorum.
Hele hele mevzu Ülker olunca iş daha da değişir (Ne demek
istediğimi sanırım uzunca izah etmeme gerek yok; Ülker'i Ülker yapan, 'Ülker
almalıyım' güdüsü ile hareket eden 'halk'tır).
Haber7 - 07.04.13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder