2.2.14

Ateşi Düşen Sinema ve 'Yer'siz Töre



'Kadına şiddet', karşıtı olan 'erkeğin şiddeti' olgusunun farklı bir ifadesidir. Yani kadın şiddetten şikayetçiyse muhatabı erkektir.

Ve erkek, tarihin her döneminde 'şiddet' kavramının içini dolduracak her türlü eylemini bir takım gerekçelere bağlamıştır. 'İnanç', belki de bu gerekçelerin en önemlisi. Zira şahıslardan yola çıkarak kitleleri 'kontrol etmenin' ve 'kendisini temize çıkarmanın' en 'sağlam' yoludur, inanç. Daha doğrusu, -tarihin de gösterdiği gibi- bu yönde kullanım olmuştur.

Kadına şiddeti, şiddete gerekçe olan inancı ve inanca yamanmış töreyi ele almadan, Müslümanlar, meselenin içinden çıkamaz.
İsmail Güneş'in son filmi "Ateşin Düştüğü Yer", meseleye tam da buradan bakıyor. Filmin açılışında, “Kim bir kişiyi öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir ve kim bir kişiyi kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibidir...” ayetinin (Maide-32) yer alması, filme daha baştan bir 'renk vermiş'.

Aslına bakarsanız mesele böyle değil, olmamalı. Bir ayet kullanıldı diye film 'renge bürünmemeli'. Böyle bir algının olduğunun en büyük delili Altın Portakal Film Festivali'nde yaşandı. Ateşin Düştüğü Yer, ön jüriden, yüz üzerinden 0 puan aldı. Evet, yanlış okumadınız 'sıfır' puan. Jürinin kadınlardan oluşması, kadınların dünya görüşleri, üslupları, sinemaya mesafeleri ne orandadır tartışılır. Fakat hiçbir cevap, bir filme yüz üzerinden sıfır puan verilmesine sebep olamaz. Ve böylesi bir önyargı karşısında söylenecek şeyler, şu aralar çokça dillendiriliyor.

Tam da Şehir Tiyatroları tartışmasının geldiği 'muhafazakar sanat' münakaşasının odağı burası. 'Dini' herhangi bir belirti görüldüğünde, mahiyetine 'bakılmadan' insafsızca davranılabiliyor. Filmi beğenmek zorunda değilsiniz, benim de beğenmediğim noktaları var. Ancak bu muameleyi hiçbir film hak etmez, hele bu film hiç hak etmedi. Antalya'da yarışan filmleri de bildiğimize göre, yapılan bu haksızlığı en hafif tabiriyle 'telin etmek' boynumun borcu.

Dönelim filme...

İsmail Güneş belli bir 'kesim' sinemasının sembol isimlerinden. 'Milli', 'Beyaz' veya 'Dini'... Bir döneme damgasını vuran, bu kategoriye giren filmlerin bazıları Güneş'e ait. Çizme ve Beşinci Boyut, biçimsel olarak 'Beyaz Sinema' filmlerinin en önemlileri diyebilirim. (Aslına bakarsanız 'bu kesim' sinemasını ben daha farklı tanımlıyorum ve İsmail Güneş'i de o kategoriye koymuyorum. Uzun bir mesele olduğu için fazlaca üstünde duramayacağım).

Filmin öyküsünü İsmail Güneş şu şekilde yazıya dökmüş:
Muğla’nın Fethiye İlçesinde portakal bahçesinde işçi olarak çalışan beş çocuk babası Osman ve eşi Hatice, ansızın rahatsızlanan on yedi yaşındaki kızları Ayşe’yi hastaneye kaldırırlar. Burada Ayşe’nin kalbinde önemli bir sorun olduğu anlaşılır. Yoksul aile, kızlarını yaşatmak için çırpınır. Tetkikler sırasında kızlarının, hamile kaldığını öğrenince yıkılırlar. Töre (Cinayet bu kelimeyle ifade edilmemeli) gereği, Ayşe öldürülecektir. Böylece, bir gün öncesine kadar kızlarını yaşatmak için mücadele eden aile şimdi öldürmek için planlar yapmaya başlar. Kendisine sorulmadan amcasının oğlu Seyit ile nişanlanan Ayşe, bütün ısrarlara rağmen bebeğin babasını söylememektedir. Osman, amcası Ali, abisi Hüseyin ve kardeşleri ile olayı konuşur, aile kararı kesinleşir. Önce Ayşe öldürülecek, sonra da bebeğin babası bulunacak ve onun için de aynı karar uygulanacaktır. İnfazı bizzat baba gerçekleştirecektir. Amcası Ali’nin eski Amerikan arabasını emanet olarak alan Osman, kızı Ayşe’yi ‘doğumu yapana kadar kalmak üzere’ dayısının yanına götürmek bahanesi ile yola çıkarır. Yolculuk Antalya Kalkan, Kaş ve Elmalı üzerinden Konya’ya uzanacaktır. Yolculuk sırasında baba-kız arasında küçük aksilik ve kazalarla gelişen sıcak ilişki, ölüm seyahatini bambaşka bir boyuta taşıyacaktır.

"Hiçbir filmim bir diğerine benzemez. Her filmimde, anlattığım her hikayede farklı bir dil vardır" diyen İsmail Güneş, bu filmle bunun hakkını vermiş. Daha ilk dakikalarda karşılaştığım uzun tek plan sahneye çok şaşırdım. Filmin tamamında benzer 'tek plan' denemeleri hayata geçirmiş, Güneş. Çoğunlukla da başarılı olmuş. Görsel olarak filmi değerlendirmeye devam edecek olursak; çok güzel resimler yakalamış yönetmen. Baba ile kızın yolculuğu sırasında geçilen yollarda, deniz fonunda vb. sahnelerde sinematografik açıdan güzel çerçevelemeler var. Camdan ve pencereden yansımalarla sahne oluşturması da başarılı.

Yazının başında da bahsetmeye çalıştığım gibi film, 'mesele'yi farklı bir açıdan ele almaya çalışmış. Teknik olarak 'uzun tek planlar' gibi, bu yaklaşımı da 'cesaret' olarak değerlendirebiliriz.

Görsellik konusunda büyük oranda başarılı olsa da film, senaryo konusunda sıkıntılar var. Babadan duyguyu alabileceğimiz sahneleri senaryosuna yediren İsmail Güneş, aslında 'mesele'nin kaynağı olan kız için bunu yapmamış veya yapamamış. Belki bir tercih. Ancak bütüne bakınca 'eksiklik' hissettiriyor.

Aynı duyguyu hissettiren bir başka husus da, filmin başından ortasına kadar hikayenin bir yerinde bulunan 'turist çift'in birden ortadan kaybolması. Filmin sonuna kadar 'bir yerlerden çıkmalarını' bekledik. Ancak olmadı. Hala anlayabilmiş değilim.

Film dilini olumsuz etkileyen bir diğer husus ise 'plan süresi' ve 'kurgu hızı'. Özellikle tek planlar ve 'yol boyunca' perdeye yansıtılan fotoğrafik kareler, filmi, bir 'sanat sineması' kategorisine sokmamıza yetecek gibi oluyor. Ancak hastane veya ev sahnelerinde öyle bir hıza denk geliyoruz ki, diğer noktalardaki 'dinginlik', yerini 'tüketen' zaman algısına bırakıyor. Yani film bu açıdan ne sanat filmi ne de gişe filmi olmuş.

Ve bir de 'metafor bombardımanı' durumu var. İsmail Güneş, zor konuyu, zor açıdan, şeklen zor bir tercihle anlatmaya çalışmış. Bütün bu zorlukları aşmasında elbette 'metaforik resmediş' büyük katkı sağlar. Ancak bu katkı bir yerden sonra 'götürü' halini alıyor. Çünkü çok fazla metafor yer alıyor, filmde.

Halbuki mana çoğu zaman basitlikte saklıdır. Bu hususta da bir denge tutturulabilmiş olsaydı, film bir başyapıt olabilirdi.

Filmde en çok dikkat çekecek sahne belki de 'dua ânı'.

'Töre gereği' kızını öldürmenin peşinde olan baba, pişman olduktan sonra 'onu bana bağışla' diye Allah'a yakarır. Samimi halde, konuşurcasına Allah ile iletişim kurması hakiki duaya işaret ediyor. Gerçekten önemli bir sahne. Ancak tam da o doğallık sebebiyle, camide değil de, bir ağacın dibinde dua etseydi mesaja daha uygun olurdu.

Filmin analizini birçok husus temelinde daha da uzatabiliriz. Ancak maksadın hasıl olduğu kanaatindeyim.

Şimdi de izleyiciye bir şeyler söylemek istiyorum...

Bu filme gidin. Ateşin Düştüğü Yer, 'töre cinayeti' meselesine 'sizin baktığınız açıdan bakan' bir sinema eseri. 'Muhafazakar sanat' (muhafazakar kavramından hazzetmem) kavramının tartışıldığı ve seyircinin de sorgulandığı böyle bir dönemde "İsmail Güneş'in filmi"ne gidilmeli. Çünkü sinema, seyircisiz ayakta duramaz. Izlenmeye değer eserlere hakkı verilmeli. Mütedeyyin camianın seyircisi, her fırsatta, 'ne izleyeceğiz kardeşim' sorusunu dillendiriyor. Zaten bu minvalde filmlerin çekilmesi çok zor. Perdeye çıkanı da seyircisiz bırakmayın. Gidin, izleyin ve eleştirin. Beğenirseniz dillendirin, beğenmezseniz daha çok dillendirin.

Fakat önce sinemaya gidip, emeğin karşılığını verip, sonra konuşun. 'İzleyici mesuliyeti' bunu gerektirir.


6.5.12 - Haber7.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder