8.6.14

Karanlık özgürlüktür...


17:45 idi...


Bizim seans gelmişti. Hazırdık. Daha doğrusu hazırdım. Yeşim endişeliydi. Daha ilk saniyelerde "çıkalım mı" dedi. Tabi ki her zamanki gibi soğukkanlıydım. Hiçbir endişem yok değildi. Beni ne beklediğini bilemiyordum. Tahayyül etmeye çalışırken, o tür durumları hayal edebilme noktasında eksik olduğumu anlıyordum.

"Rahat ol, bi'şi olmıycak" dedim, Yeşim'e. Hakikaten de öyle düşünüyordum. Yani diğerlerine nazaran daha sakindim. Her zamanki gibi. (Bu halime bazen gıcık olmuyor değilim. Dışarıdan bakınca umursamaz, kimi zaman mıymıntı ve daha çok anlaşılmaz addedildiğimi biliyordum. Fekat bu da çok umurumda değildi).

Perdeyi geçince ışık azaldı, haliyle. Önce bir görevli bizi loş ortamda karşısına dizdi ve neler yaşayacağımızı anlattı. Genç bir erkekti. Yaptığı işten haz almıyordu. Tamamen vazife icabı bilgilendiriyordu. Belki de az önce birisiyle münakaşa etmişti. Ya da zaten zamane genci, bir züppeydi de bir şekilde orada görev almıştı. Yaptığı işin parası iyiydi belki de. Ama yok, sanmam. Tamamen sosyal sorumluluk icabı yapması gerekirdi. Tam çözemedim. Lakin elemandan hoşlanmadım. İlk olarak da orada sıkıldım. Biraz da endişelendim. Hevesimi absorbe etti resmen. Emdi havamdan, havasına. Abartsam, dalıp ağzını burnunu dağıtabilirdim. Yapmadım. Esasında o an değil de şimdi düşününce aklıma geliyor bunlar.

Neyse...

Suratsız elemanı geçtik. Artık beklediğimiz, merak ettiğimiz ortama girdik. yavaş yavaş ilerlemek zorundaydık. Herkes birbirine çarpmaya daha ilk adımda başladı. Peş peşe gidiyorduk. Yeşim önümdeydi. Telaş etti. Sakinleştirdim. Ben de sakinleştim.

Ta ki o sesi duyana kadar.

"Kıymetli misafirlerimiz, hoş geldiniz" diye bağırdı biri. Tam yaşını çıkaramadım. Fekat 50 gibiydi. Tok bir sesi vardı. Bağırarak konuşuyordu. Öyle de yapmak zorundaydı. Zira bizim grubun yüzde 80'i kızdı. Haliyle konuşma hali, anlık tepkiler, tepkilerin yüksekliği ve bir takım karmaşa ve kargaşa da muhtemelden öte zaruriydi.

Babamın yaşına yakın, ancak belki birkaç yaş küçük olan adam konuşmaya devam ediyordu. Konuşmasıyla değil sesiyle bizi yönlendiriyordu. Daha ilk saniyelerden itibaren tahmin ettiğimden çok farklı bir ortam olacağı belliydi. Bende dahi bulunan bir miktar endişe, yerini sadece meraka bıraktı.

Yönlendirici ses 90 dakika boyunca neler yapacağımızı anlatıyordu. Her şeyimizle O'na kendimizi teslim etmiştik. Zira hayatımızda hiçbir şekilde tecrübe etmediğimiz bir ortamda, kuvvetle muhtemel bir daha fırsat olmayacak uzunlukta ve anlamak değil de belki sadece düşünmemizi kolaylaştıracak bir serüvene başlıyorduk.

30 yıldır dünya çapında yapılan bir şeymiş. İlk olarak Almanlar yapmış. Ne güzel. Esasında ne kötü. Böylesi bir şeyi neden 'bizimkiler' düşünmez. O kadar mı uzak kaldık medeniyete. Ve medeniyet denilen şey modern zamanın bize dayattığı algıdan çok farklı kadim anlayışken, bu birikimi dedelerimiz sağlamışken...

Kafamdaki baloncuklar böylesine şeylerle doluydu. Ama baloncukların hatları belli değil, tamamen siyah, yepyeni bir dünyada, renksiz bir  cümbüş ile rengarenk tahayyül halindeydim.

Düşünüyordum...

Hayatım boyunca en çok yaptığım şeydi. 6 yaşından beri çalışıyordum. Yaptığım işlerin hemen hemen hiçbirini sevmedim. O sebepten iş yaparken hep düşünüyordum.

Her şeyi... Herkesi... Neredeyse aralıksız...

Düşünüyordum...

Haliyle yine düşüncelere dalmam kadar normal bir şey yoktu. Kaldı ki,  içinde bulunduğumuz ortamda düşünmek, hayal etmek, ibret almaktan başka seçenek yoktu. En az insan olanın dahi bu ortamda başka seçeneği bulunmazdı.

Açıkçası içerideki seyahatin tam olarak hangi sırayla gittiğini hatırlamıyorum. Kah vapura bindik, rüzgar eşliğinde martılara simit attık. Kah Beyoğlu'nda nostalji tramvayı ile İstiklal'i boyladık. Bazen parkta oturduk, kimi zaman da sponsorların özel organizasyonlarıyla deneysel çalışmalar yaptık. Şarkılar söylendiği de oldu (bazen eşlik ettim).

Biraz eğlendim galiba...

İbret de aldım...

Normalde gürültü gibi gelen şeylerle hayal ettim. Başlangıçta düşündüğüm gibi olmadı. Görmüyor gibi değildim.

Aksine, o kadar çok şey görüyordum ki, bu 90 dakika dışında ne kadar az gördüğümü fark ettim.

Abidin Abi 50'li yaşlarda görme engelli biriydi. Hayat doluydu. 90 dakika sonunda bizi -tıpkı karşıladığı gibi- 'gülen seslerle' uğurladı.

30 yaşında kör olmuştu. Görme kaybını gidermesi gereken doktorlar ameliyatlarda göz sinirlerini koparmış ve tamamen göremez hale gelmişti. Kör olduktan sonra sporda çok başarılı olmuştu. Yüzmede Türkiye derecesi vardı. Halinden gocunmuyordu. Neşeliydi. Hatta 'içeri'de endişelenenleri nasıl teselli edeceğini, dahası  nasıl eğlendireceğini çok iyi biliyordu.

Çünkü Abidin Abi'nin hayatı bizimki kadar karanlık değildi. Kördü fekat renkli bir yokluktu O'nunki. Ben 'içeri'deyken tam da bunu 'hissettim'.

'Anladım' değil, 'hissettim'. Çünkü anlamak falan kof bir hal alıyordu o ortamda. Tamamen sezgi ve his ile yön alıyordunuz.

Gören insanların görebilme esaretinin yanında Abidin Abi'nin karanlık özgürlüğünü tecrübe ettim.

Abidin Abi bizi uğurlarken söyledi; karanlık özgürlüktür.

Eyvallah Abidin Abi...

Hissettim ve kabul ettim...

Aydınlık tutsaklıktır...


Not: 'Karanlıkta Diyalog' etkinliğine gittik. Hepsi bundan ibaret.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder