9.5.13

Bir görsel mesele olarak 'pornografi'



Esasında bu köşede bugün bir film analizi okuyacaktınız. Dün geceye kadar durum öyleydi. Ancak gece gelen haberler ve ilgili görüntüler fikrimi değiştirdi.



Mevzu, Suriye'nin Banyas bölgesindeki katliam.

Sadece bir günde bölgede 160 kişinin katledildiği, gelen bilgiler arasında. Son birkaç gündür aynı bölgede ciddi bir çaba söz konusu. Halkı katletme üzerine kurulu bir plan bu. Meselenin perde arkası nedir, kimler, ne yapmak istiyor, uzun konu.

Bu yazıyı kaleme almamı gerektiren durum, Banyas'taki katliamla ilgili paylaşılan video ve fotoğraflar.

Kanlar içinde insanlar, yüzleri parçalanmış çocuklar, iç organları dışarı çıkmış cesetler...

Vahşeti 'ortaya serme'nin en iyi yolu bu, şüphe yok.

Ya 'doğru' olan ne?

Peki, doğru soruyu dillendirebilmek için biraz çaba harcayalım...

Vahşetin anlaşılması mı, acının hissedilmesi mi?

Her şeyi ile görüntüyü ortaya koymak mı, genel hatlarıyla tasvir etmek mi?

Ayrıntı mı, hisse götürecek bağlantı mı?

Sorular çoğaltılabilir. Ancak mesele baki.

Aslına bakarsanız buradaki mesele, tam da görsel sanatların ve sinemanın sorunsalı.

Göstermek, gerçeği olduğu gibi ortaya koymak değildir. Böyle bir şey söz konusu olamaz da.

Göstermek, sadece ve sadece gerçeğe işaret edebilmek, taklit edebilmek, emare sunabilmek, belirti bulabilmektir.

Yani olmuş bir şeyi, bitmiş hali, Tanrı'nın eserini ortaya koymak kimsenin haddi değil.

Göstermek, had bilmeyi gerektirir.

Gösterebilmenin, kısıtlı bir eylem olduğunu anlayabilmek için sadece ve sadece gösterme hususundaki serüvenimize ve var/ama/dığımız noktaya bakmamız kafi.

İnsanoğlu, geliştiği ve geliştirdiği milyonlarca sene boyunca hep yeni 'göstergeler' bulmuştur. Özellikle teknoloji, yeni gösterge/gösterme imkanları sunmuştur. İnsan da her yeni araç ile göstermenin -kendince- daha iyi halini aramıştır.

Ve her yeni gösterge/gösterme aracı, insanı kendisinden daha da uzaklaştırmıştır. Bunun sebebi araçlar değil elbet, kullanım şekli ve tarzı.

Özellikle fotoğraf ve sonrasında videonun kullanım alanı bulması, insanoğlunun kendine doğru yolculuğuna köstek olmuştur.

Teknolojik gelişimin zihni gerilemeye sebebiyet vermesinin izahı biraz uzun mesele.

Örnekler üzerinden gidelim...

Televizyon haberciliğinde görüntünün ve şiddetin pornografik boyutta kullanımını ele alalım.

Yaralanmış birinin kanlı yarasını, et parçasını vermek, izleyicinin 'eşiğini' yükseltmektir. İzleye izleye 'görsel etki eşiği' yükselir. Bir zaman sonra, et parçası görmeden etkilenmeyen, acı hissini besleyen algısı kana ve şiddete bağlı kalan bir yaratığa dönüşür, insan.

Bunun genel manada etkisi ise insanın hayata bakışıdır. Acı algı eşiği yükselen insan, yüksek sesle konuşur.
Başka insanların acılarına karşı hassasiyet gösterme noktasında da 'azalır'.

Hassasiyeti oluşturan hissiyatın olmaması, insanın insanlığından uzaklaşması manasına gelir.

Böyle insanlar var ki, Suriye'deki gibi katliamlar yaşanabiliyor.

Modern zamanda böyle bir tehlike var ki, özgürleştiği iddia edilen insanlar birbirinden uzaklaşıyor ve hassasiyet bakımından alçalıyor.

İşte görsel pornografinin insana doğrudan etkisi böyle sonuç doğurur.

Her şeyi apaçık görmeye mahkum kalan izleyici, bir vakit sonra zihnini kullanmayacak, makineye, göstergeye ve daha da vahimi 'gösteren'e mecbur kalacak.

Gelinen noktada insan, acıyı hissetmek ve acımak için bir göstergeye, görmeye ve gösterene mahkum kalacak.

"Banyas'ta 160 kişi katledildi" demek yetmeyecek, paramparça cesetlerin gösterilmesi gerekecek.

Ve elbette 'gösteren' meselesi vahim. Küresel dünyada gösterenin kim ya da kimler olduğunu ayırmak zor.

Acısını işarete bağlayan insanın bir yerden sonra hissiyatının işe yaramaz hale geldiğini görüyoruz.

Başa dönerek bitirelim...

Kanlar içinde insanlar, yüzleri parçalanmış çocuklar, iç organları dışarı çıkmış cesetler...

Katliama kani olmak, acıyı gönülden hissetmek ve tepkiyi de buna bağlı olarak 'gerektiği' seviyeye getirmek için görsel pornografi şart mı?

Dahası görsel pornografi (yani görüntünün zihni görsel ayrıntıya boğması) zihni ve kalbi gelişimi tersine çevirdiğinde, hangi şahsi ve toplumsal hassasiyetten bahsedebiliriz?

Yüzlerce insanın katledildiği bilgisi, inanmamız, gözlerimizin dolması ve kalbimizin titremesi için yeterli değil mi?

Yetmiyor ise vicdanımızı sorgulamalıyız.

Son olarak vurgulamak isterim ki, pornografinin öldürdüğü hissiyatımızı yeniden kazanmanın yegane yolu, zihnimizi ve kalbimizi yok sayan 'ayrıntıcılık'tan uzak durmamızdır.

İlla da 'ayrıntılı görerek' değil, önce 'görerek', sezerek, aklederek ve hissederek algılamaya çabalamalıyız.


(5.5.13 - Haber7)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder